Gezenti Cucu, takıldı kocasının peşine, 24 haftalık
hamileyim demedi, gezmeye geldi İngiltere’ye...
Zeyno’ya hamileyken İlker, Florida’ya gitmişti iş için, ben
de takılmıştım peşine 21 haftalık halimle, oradan birlikte Boston ve Newyork
yapmış, Zeynoş’un tüm alış verişini halletmiştik...
Şimdi 24 haftalık hamileyim, İlker iş için Leicester’da,
buradan da Londra’ya gideceğiz...
Son dönemlerde çok ama çok yoğun günler geçirdim, üstüne de
sağlık problemleri ile uğraştık, İngiltere’ye gelebileceğim bile daha Pazartesi
günü belli oldu, doktordan izin ancak çıktı, malum Vertigo sorunum yüzünden L
Çarşamba günü, günlerin yorgunluğundan sonra
İstanbul-Birmingham sabah 8 uçağı ile geldik, uçağa binmeden önce aldığımız
Soma’daki maden ocağı felaketi ile içimiz yandı... 2 gündür fırsat bulduğum her
köşede, haberleri takip ediyorum... bu sabah otelde odamıza bırakılan İngiliz
Gazate’sinde bile baş sayfa haberi olmuştu Soma... Halkın Başbakana ne kadar
kızgın olduğunu yazıyordu...
Üzüntüm herşeyin üstünde... Ama unutmadan gezi notlarımı
yazayım istedim... Bu akşam İlker bir iş yemeğinde, bende günün tüm tatlı
yorgunluğunun akabinde, otel odamdayım şuanda...
Dün tüm günü Leicester’da geçirdikten sonra, bugün
Leicester’ın artık beni sıkacağına karar verdim ve Birmingham’a gittim. Önce
Leicester notlarım...
Otelimiz, Hilton Leicester, merkeze çok uzak bir otel...
Olurda Leicester’da kalacakların bu oteli seçmesine hiç gerek yok bence,
bizimki iş seyahati olduğu için mecbur bu otelde kaldık, ama yine de olurda bu
otele yolu düşenler olursa, otele en yakın yerden 50,52 ve 104 no.lu otobusler
ile merkeze gitmek mümkün. 104 numara, bütün semti dolaşarak gidiyor, eğer
vaktim var diyorsanız, hemde biraz bakayım insanlar nerelerde yaşıyor
diyorsanız 104’e binin (50 dakika sürüyor), 50 ve 52 direkt otobandan gidiyor
(15-20 dakikada).
Leicester şehir merkezinde, en büyük alış veriş merkezi
Highcross... Benim indirim yerde hemen gözüme orası çarptı, hızlıca bir
gezdim... Bildiğimiz markalar var, özellikli hiçbirşey göremedim...
En son 1998 yılında İngiltere’deyken gördüğüm ve o zamanda
çok şaşırdığım birşeyi hatırladım... burada her yerde kart satan dükkanlar
var... bu insanlar özel günlerde birbirine kart yollamayı çok seviyorlar...
Highcross’dan çıktığınızda, saat kulesinin olduğu yerde
buluyorsunuz kendinizi... Saat kulesi tam meydanda...
Benim amacım önce tren istasyonunun ne kadar uzakta olduğunu
bulmak, o yüzden önce o tarafa doğru yürümek istedim... Saat kulesini arkanıza
alıp, Gallowtree gate yönünde yürüdüğüzde dümdüz, caddenin en sonunda, hafifçe
bir sağ yaptığınızda karşınızda görüyorsunuz tren istasyonunu (ben Birmingham
biletini sormak için gittim, hiç internetten almaya gerek yokmuş, pick
season’da gidiş dönüş 13 pound, bunun için 12’den önce gitmek ve 6’dan sonra
dönmek gerekiyormuş sadece)...
Tren istasyonundan çıktım ve geldiğim yoldan geri dönmeye
başladım... Yolda gözüme kestirdiğim, Nando’s yemek için ilk durağım oldu
(Granby stree üzerinde)... İstanbul’da cevahir’de açılan ama sonra kapanan
restoranı burada bulduğuma çok sevindim yeniden... Acısız güzel bir tavuk
burger söyledim, yanında patates ve özlediğim süt mısır ile (9 pound)...
keyiflice oturdum yedim yemeğimi...
Yemekten sonra yeniden cadde üzerinde yürümeye başladım...
ve Leicester market’i buldum (granby street’ten saaat kulesine doğru
ilerlerken, sol tarafta Market Placa south caddesi üzerinde)... Bildiğimiz
Pazar yeri, şöyle bir girdim dolandım, acaba Barselona’daki gibi taze sıkılmış
meyve suları, soyulmuş meyveler bulabilir miyim diye, ama yoktu...
Leicester marketten sonraki durağım Katedral oldu... ama
hevesim kursağımda kaldı, çünkü tadilattaymış, göremeden döndüm, Allah’tan
Leicester hap kadar bir yer...
Yeniden saat kulesinin olduğu meydana döndüm... Humberstone
Gate caddesi üzerinde yürüdüm... Burada primark var (haymark shopping
centre’da), burada bulacağımı düşünmemiştim... İngiltere şartlarında gerçekten
çok ucuz bir yer... ben alış verişi Londra’ya bıraktığım için Zeyno’ya England
t-shirtü dışında birşey almadım (belki Londra’da bulamazsan diye, alıverdim
buradan)...
Akşamüstü saat 4 civarı yapacak hiçbirşey kalmamıştı
artık,,, otelime geri döneyim dedim... Haymarket shopping centre’ın oradan
kalkıyor tüm otobüsler,,, 50 pound verdim, adam deli misin der gibi baktı
suratıma... bozuk kabul ediyoruz dedi... Tam 30 dakika market market dolaştım,
50 pound bozdurmak için... en sonunda bir sakız karşılığı paramı bozan the
cooperative group market’e ve anlayışlı kasiyerine müteşekkirim gerçekten...
2,70 pound bilet paramı verdim... otelim hemen yakınındaki fosse shopping
mall’da indim... Gap, boots, marks and
spencer, clarks’ın olduğu bir AVM, ama burası bir outlet değil ve İngiltere’de
fiyatlar gerçekten çok pahalı... oğluşa indirim reyonunda gördüğüm 2 tane GAP
body’si aldım o kadarcık...
Saat 6 civarında otelime vardım ve dinlendim, akşam yemeği
İlker’in iş arkadaşları ile birlikte otelde yedik...
Leicester 1 günlük bile olmayan bir şehir bence... Tüm
merkezi gezmek 3-4 saatimi aldı diyebilirim... bugün sabah gittiğimde, sanki
yerlisiymişim gibi hızlı hızlı dolandım sokaklarda... Hatta adamın birine yol
bile tarif ettim... J
Bu sabah kalktım, kocamı işe yolladım J
Keyifli ve güzel bir kahvaltının ardından, otelimden 9’da
çıktım ve 104 no.lu otobüse bindim, acelem olmadığı için 50 dakikada merkeze ulaştım
ve oradan da yürüyerek tren istasyonuna gittim... 10:22 treni ile Birmingham’a
doğru yola çıktım... 11:15’de Birmingham’da New Stree metro istasyonunda
indim...
Leicester’a göre çok daha büyük bir yer Birmingham, ama yine
de 1 günde önemli tüm yerleri geziliyor, aslında önemli pek bir yeri de yok...
Benim bir tek gidemediğim Birmingham üniversitesi oldu sanırım... sadece
merkezde dolaştım hiç araç kullanmadım...
Birmingham’da tren istasyonu şehrin hemen merkezinde
duruyor... Çıkıyorsunuz meydana ve doğrudan new street’tesiniz... Gezmesi çok
keyifli bir cadde, aynı bizim İstiklal... Ama tadilat dolayısıyla biraz
atlamalı-zıplamalı gezmek gerekiyor... New street üzerinde önce sağa doğru
yürüdüm ve beni hemenceceik Bullrig alış veriş merkezine çıkardı... Burası
yorumlarda okuduğum alış veriş merkeziydi, ama bu kadar erken bulmayı
beklemiyordum onu... Bullrig alış merkezinin önünde kızgın boğa ile resmimi
çektirdikten sonra ilerledim... Selfrdiges binası gerçekten görülmeye değer bir
yer... Tam bir tasarım harikası... Hemen yanıbaşındaki St Martin klisesi ile
hem bir tezat hemde güzel bir uyum içinde... Benim Birmingham’a dair
hatırlayacağım 2 şey bunlar olacak...
Bullrig AVM’den St. Martin katedraline doğru inerken, güzel
restoranlar var... Önce Jamies’ Italian’a
gözüm kaydıysada, ben tercihimi yorumlarda okuduğum Times UK tarafından en iyi
hamburgerci seçilmiş Handmade Burger Co’dan yana kullandım... Gerçekten burgeri
lezizdi...
Buradan sonra tekrar meydana doğru döndüm ve bu sefer High
Street üzerinde biraz gezdim...
Gezilecek büyük caddelerinden birisi de Cooperatin, hemen High Stree’in
parelelinde kalıyor...
Primark, High Stree’te (Bullrig’e gelmeden), M&S High
Stree’te, Mothercare Cooperation Street’te...
Notlarda okuduğum ve görülecek yerler listesine kaydettiğim
The Mailbox’a doğru yola çıktım... öncesinde Victoria Square’e çıktım...
Victoria Square’deki belediye binasının ihtişamlı olduğu söylemişlerdi... ama
beni pek de etkilemedi... Oradan yürüyerek, 2 dakika da The Mailbox’a
ulaştım... Görülecek hiçbirşey yok bence, kesinlikle zaman kaybı,heleki bu
markaların hepsinin artık İstanbul’da olduğunu bildiğimizde...
The mailbox’dan sonra Bullrig meydanına geri döndüm ve
gözüme daha sabahtan kestirdiğim Sturbucks’da bence Birmingham’ın en güzel iki
binasına karşı (selfrdige ve st martin katedrali) oturup kahvesiz frappacino’mu
içtim... Zeynoş’la skype’da konuştum... bu tatile her ne kadar çok ihtiyacım
olduğunu düşünsemde, onu çok özlediğimi bir kez daha hatırladım...Yarın
gidecekleri tiyatyroyu bana heyecanlı heyecanlı anlatmasını dinledim... Birde
sürekli anne oradan nohel bana (noel baba oluyor) sorması da garipti, çocuk
nereye geldiğimizi düşünüyor anlamadım ki, eğer bulursam bir nohel baba
alacağım kızıma buradan J
Saat 18:22 treni ile tekrar geri döndüm Leicester’a... 19:30
otobusünü kaçırdım ve saat 20:00 otobüsü ile döndüm otelime doğru...
Mcdonalds’da hızlı bir yemek ardından doğru otelime geldim...
Otelde yorgunluğumu önce havuzda attım, küçücük jakuzide 10
kişi oturduğunu görünce, yüzüp çıktım, odamın yolunu tuttum, lobiye inemeyecek
kadar yorgun olunca, notlarımı yazmak kısmet olmuş oldu...
Yarın artık İlker’inde işi yok, ver elini Londra... En son
1998 yılında gördüğüm, hayatımdaki ilk yurtdışı deneyimim Londra... bakalım
hatırlayabildiğim ufacık birşey olacak mı J