6 Kasım 2016 Pazar

İşe dönüş...

20 Eylül 2004 günüydü, 3 aylık staj süresinin ardından EY Ankara ofiste vergi bölümünde asistan olarak başlamıştım... ne de olsa babam kendi işini yapıyordu, birkaç yıl çalışır, işi öğrenir, sonra da baba işine geri dönerim planlarıyla çıkmıştım yola, tam 12 yıl sürdü... HK'a taşınma kararı verince zorunlu ayrılık oldu bizimkisi... diyemem ki hergünüm şaheneydi, birçok zaman bu şirkette niye varım diye sorgulamışlığım bile vardır... çocukları göremeden uyuduğum onlarca gece, neredeyse her akşam 9-10'dan sonra yeniden açılan laptop... ara verince ohhhh be rahat ederim demiştim. Şimdi hiç felsefe yapmayayım, çalışmamak rahat şey doğrusu... ama sosyallikten uzak... hele ki çocuklar okula başlayınca, tam zamanlı bir filipino'da evin işini yapınca, her gün birbirinin aynısı olmaya başlıyor... bazı insana iyi gelir evde sabahtan akşama oturmak, beni ise darlıyor resmen... hergün kendime bir bahane bulsam da dışarı çıksam diye kendime iş çıkarıyordum doğrusu...

Sonunda ben yine duramadım evde. EY HK ofise tamam dedim... ama haftada 3 gün çalışıp, 4 gün dinleneceğim... azıcık aşım, ağrısız başım diye çıktım bu sefer yola... hakkımızda hayırlısı olsun dualarıyla :)


4 aydan sonra bugün topuklu ayakkabı giymek, birazcık da süslenmek fena gelmedi valla :)

Zeynep benden önce çıkıyor evden, ama Can daha evde oluyor... zaten bu 4 ayda yapışık ikiz gibi olduk... ben varsam babasına bile gitmiyor... sabah giyindiğimi görünce yapıştı bana... güzel güzel konuşup anlattım, tabi ki anlamadı... :) anne işe gitsin, sana araba mı getirsin çufçuf mu getirsin dedim, çufçuf dedi, izin verdi gitmeme... bye bye yapıp, ardımdan gülerek kapıyı kapattı... :) rüşvetçi piliç :)

2 Kasım 2016 Çarşamba

Kutlamaya bahane çok...

Evimizden kopup dünyanın bir ucunda yeni bir hayat kuralı bugün dolu dolu 3 ay olmuşken...Gecem gündüzüm demeden 12 yıl çalıştığım EY'ın HK ofisine bugün yeni bir başlangıç için yeniden imzayı atmışken... Hava misken... Mevsim hala güzelken...Thai mutfağı acı ama yine de şahaneyken... Eee hadi o zaman şerefe...




25 Ekim 2016 Salı

Asya`da bir durak Kuala Lumpur





Asya'ya yerleşeli 2 ayı geçti, ancak yepyeni bir ülkeye sıfırdan, 2 çocukla yerleşmek düşündüğümden ve hayal ettiğimden çok çok daha zor oldu. 

İlk ayımız, önce okul, sonra ev bulmakla geçti. Birbirinden bağımsız, ama hepsi ayrı ayrı önemli o kadar değişken vardı ki, tek doğrunun olmadığı yerde, karar vermenin zorluğunu yaşadık( bunları ayrı bir postta anlatmam lazım)

HK'a yerleşme kararımızda bizi en çok heyecanlandıran konulardan biri de Asya'nın kalbine gidecek, buradan pek çok yeri gezebilecek olmamızdı, liste o kadar ama o kadar uzun ki :)

Bakıcımız uzun onay süreçleri sonunda işe başlayınca, Nurcan annem de sağolsun HK'da yanımızda olunca, üstüne üstlük Malezya'da Türk pasaportuna  vize istemeyince, bu hafta İlker'in peşine takılıp Kuala Lumpur'a az biraz nefes değiştirmeye geldim.

HK- Kuala Lumpur arası Cathay pacific direkt uçuyor ve ortalama uçuş 4 saat sürüyor. Bu benim Asya'da ilk uçuşumda ve bence Cathay pacific hiç Türk hava yollarını aratmıyor. 



Buarada biz 2 sene için HK resident'ı yani geçici vatandaşıyız. Bu sebeple HK ID kartlarımız var. Havaalanından başka bir ülkeye çıkmak/ veya HK'a geri dönmek marketten alış veriş yapmak kadar kolay. Kimse pasaportumuza bakmadı. HK ID kartımızı gişeye okuttuk, baş parmağımızı tarattık ve ülkeden çıktık. Gerçekten HK insan hayatını kolaylaştırmak üzere kurulmuş bir şehir :)

KL havaalanı da oldukça büyük ve düzenli. Fiyatlar HK'dan en az %20 daha ucuz. 

Kalacağımız hotel Grand Dorset, Subang'da yani şehir merkezinde değil( malum İlker iş için burada olduğundan fabrikaya yakın bir otel seçmişler). Taksiye binmek için havaalanından çıkmadan nereye gideceğini söylüyorsun, ve parayı kredi kartıyla ödüyorsun(ama bu sadece havaalanı taksisi için böyle sanırım). Havaalanından Subang'a dünyanın yolunu geldik ve 70 ringit gibi yani 50lira gibi birşey ödedik. Otele varışımız akşam 7 olunca bugün merkeze gitmek istemedik. Otelimizden shuttle ile gidilen Sunway pyramide adında bir avm varmış oraya gittik yemek için. İyi ki de gitmişiz. Yemek için iyi bir Malay food yemek istediğimizi söyledik, alternatifler arasından bize Ten Years güzel geldi, burası değişik konseptli bir Malay restoranı, şöyle ki onlarca yıldır street food yapan ve turistlerin, bloggerların, yerel halkın en sevilenler listesine girmiş 8 Malay'ın hazırlamış olduğu yemekleri satıyorlar. Yani normalde bu yemekleri yemek için gidip bu kişileri sokaklarda da ziyaret edebilirsiniz, ama bu restoran bu yemekleri size servis ediyor( yemekleri doğrudan bu kişiler hazırlıyor, onlar satıyorlarmış) 





Ben 3 kuşaktır var olan bir sokak satıcısının baharatlı noodle'lu karidesli bir spesyalini yedim, harikaydı, resmen doyamadım ve bu harika yemek için sadece 14 ringit yani 10 lira ödedik. İlker de rengi mavi olan pilavlı baharatlı bir tavuk yemeği yedi. Yanında güzel içeceklerimiz, üzerine de Malay'lara özgü dondurmalı koca bir soğuk kahve ile hesap 40 lira ancak tuttu. 

Sonra avm'de biraz gezerken, halloween ürünleri de satan bir dükkan bulduk ve kendimizi kaybettik. Malum bu ay sonu Halloween, Türkiye'de kutlamazdık ama HK'da kutlanıyor, beni de bir kostüm telaşı almıştı. HK'da bulduğum en ucuz şapkalar 49-59hkd yani 20-25 lira idi, KL'da bir avm içindeki dükkandan aynı cadı şapkalarının 5 ringite yani 4 liraya aldım. Resmen akşam akşam mutluluktan ölüyordum, ne ara saat 10 oldu da Avm kapandı anlamadım :(

Ama biz yemeğe doyamadık, oradan çıkıp bir de akşam 10'da soluğu buppa shrimp co'da aldık. Hani şu meşhur forest gun filminde filmin sonunda adamın açtığı karides restoranında :) KL gerçekten ucuz ötesi bir yer, karides, kalamar, harika bir kokteylle gözümüzü doyurduk. 


Sabah güne erken başladım. Otelimiz şehrin dışında ama güzel bir otel, kahvaltıda peynir, zeytin var, hatta üstüne bir de bildiğin el açması gözleme var :) HK'a geldim geleli iyi kilo vermiştim, ama bu tatilde birkaç kilo alacağım kesin bence . 

Bugüne Batu mağaraları ile başlamak istedim.

Otelden bir taksiye binip metro durağına geldim. Taksi 6 ringit ile açıldı, metroya gelene kadar aslında 7.30 gibi birşey tuttu ama adam birkaç düğmeye basınca rakam 10.60 oldu :) 10 versen olur dedi sağolsun, kırmadım verdim :)

Otelimiz subang jaya metro istasyonunda, Batu Caves'e gitmek için önce KL sentral istasyonuna gideceğim, burada hat değiştirip Batu Caves'e geçeceğim. Bu bilet işin 4.70 ringit ödedim.(ama metroyu tam 20 dakika bekledim) subang jaya'dan Kl santrala 30 dakika sürüyor metro. Batu caves'e giden metro ise KL sentral'dan 40 dakikada bir kalkıyor( yoğun saatlerde 15 dakika da bir, yoğun olmayan saatlerde 45 dakikada bir kalkıyormuş) Ben 10 dakika bekleyeceğim için hadi bekleyeyim dedim, ama metronun hızlı bir ulaşım aracı olmadığı belli :) 

Buarada yemenin, içmenin, sakız çiğnemenin, hayvan sokmanın yasak olduğu çok metroya bindim de öpüşmek gibi edepsiz davranışların yasak olduğunu açıkça belirten bir metroya, hatta kadın ve erkeklerin ayrı ayrı vagonlara oturduğu bir metroya daha önce binmemiştim( kadın ve erkek ayrı vagonlardayken nasıl öpüşecekler onu hiç anlamadım ama) İşte bu bir müslüman ülke :)


Buarada aldığınız bileti saklamanız gerekiyor, çünkü girerken okutmuyorsunuz, ama çıkış kapında bir görevli biletleri topluyor.(bu KTM`de boyle bir de baska bir metro hatti LRT o biraz daha hizli onda giriste jeton aliyorsunuz, jetonu okutuyorsunuz, cikista jetonu delikten atiyorsunuz yoksa kapi acilmiyor zaten)

Ve işte tam 1 saat sonunda muhteşem Batu mağarasındayım. Okuduğum kaynaklara göre Hindistan dışındaki en büyük Hindu tapınağıymış. Fotoğraflarım ne yazık ki güzel değil, çünkü her tarafında tadilat vardı. Ktm'den hemen önünde iniyorsunuz ve buradaki market bile aşırı ucuz yani buz gibi kutu içecekler en turistik yerde 2 ringit sadece. 

Henuz muhteşem Lord Murugan heykelini görmeden ufacık bir gölet karşıladı beni, o kadar temizdiki içinde kocaman balıklar vardı.

Lord Murugan heykeli, dışı altın ile boyanmış. 24 milyon rupeye mal olmuş. 42.7 metre yüksekliğinde ve gerçekten çok ihtişamlı.


Temple cave yani en yukarıdaki büyük tapınağa ulaşmak için maymunlarla kaplı tam 272 merdiven tırmanmak gerekiyor. Tapınak 400 milyon yıllık doğal kalker taşlarından oluşuyor, 100 metre yüksekliğinde ve gerçekten çok ihtişamlı, ancak içerisi tam bir inşaat alanı, insan eliyle yapıldığı belli olan bazı şeyleri yıkıyorlardı, tabi mağara içinde bir çalışma olduğu için iş makinesi yok, hepsi insan eliyle. Hem inşaat pisliği hem maymunların yiyip etrafa attıkları derken, mağara içi resmen pis. Sağda solda küçük tapınaklar var ve din adamları dualar ediyor, ayakkabılarınızı çıkarıp sıraya girebiliyorsunuz ve din adamı sizi kutsuyor, alnızın ortasına beyaz birşey sürüyor. Din adamına bir hediye veya ufak bir para bırakmanız adetten. 





Ocak ve şubat ayında ayrıca Thaipusam festivali oluyormuş, ve insanlar Lord Murugan'ı yıkamak için testilere doldurmuş, ağırlığı 20 kg'ı bulan testilerde süt taşıyormuş. Bu festival pişmanlık ve özveri için düzenleniyormuş. 

Batu caves'i gezerken öğrendiğim birşey de anne maymunların özverisiydi. Bebelerini sırtında değil ama göbeklerinde taşıyorlardı. Aklıma son zamanlarda gece de 4-5 kez uyanan ve 15 kiloluk haline bakmadan evin içinde beni 4-5 tur gezdiren Can geldi. Anne her yerde anne işte! 




 Batu Caves'e saat 11'de vardım ve tüm turu yapıp, 12'deki trenle geri şehre dönüyorum. Tabi Batu mağarasından ayrılmadan taze hindistan cevizinin da tadına bakmadan ayrılmak istemedim. Birşeye benziyor mu derseniz? Hayır :) ama sadece 5 ringit :)



Batu caves ziyaretimden sonra tekrar KtM yani metroya bindim ve bu sefer merkeze geldim. Gezeceğim bölgelere bakınca KL sentral yerine Bank Negara bölgesinde inmek bana daha mantıklı geldi. Bilet sadece 2.30 ringit. Batu mağarasını gezmeye başlamadan önce dönüş trenlerinin saat kaçta olduğuna bakmanızı öneririrm, çünkü 40 dakikada bir geliyor sadece. 

Bank Negara durağında inince hemen önünüze çıkmıyor Merdeka square ama panik olmayın, az biraz yürüyünce( 5 dakika kadar) ulaşıyorsunuz, dünyadaki en uzun bayrak direğinin asılı olduğu bağımsızlık meydanına, burada gerçekten insan çimlere uzanıp yatmak istiyor. Meydan yemyeşil, etrafında  saint mary's cathedral, sultan abdul samad building, kl city galery var. Yolun karşısında ise national tekstil museum ve az ilerisinde Masjid Jamek( yani Cami) var. KL city galery değişik bir yer, 5 ringit vererek giriyorsunuz, malezyanın tarihini anlattıkları ve gelecek 10 yılda neler olacağını gösterdikleri bir visualları var, içeri girerken ödediğiniz 5 ringiti çıkışta mağazada veya büfede harcayabiliyorsunuz.


Galeriden çıkıp yolun karşısına geçerken bir Hintli kardeşime caminin yerini sordum, sormaz olaydım, ben de oraya gidiyorum gel benimle dedi. Kendisi Malezya turizm elçisi gibiydi maşallah, geze geze gittik, bol bol fotoğraflarımı çekti, sonra selfie bile yaptı kendi telefonuyla, facebook adın ne dedi, dedim abi yok bende facebook, çok üzüldü, nasıl bulucaz birbirimizi dedi :) 




camiye girişte, ibadet saai ziyaretçi almıyoruz dediler, sağolsun benim için Malayca konuştu kapıdaki görevliyle, o da müslüman dua edecek dedi, üzerime bu elbiseyi geçirip içeri girmeme izin verdiler. 


Sevgili dostuma çıkışta kocamla buluşucam dedim, ne olur bekleyin, ibadet edeyim, sizi ben gezdireyim dedi :) Resmen Malay turizm elçisi bulmusum yolda. Yok abicim valla acelem var ben gidicem dedim, nereye dedi, Chinatown'a dedim, tamam ben bulurum sizi orada dedi :) ama karşılaşmadık :)

Chinatown'a önce central marketle başladım, içerisi kocaman bir kapalı pazar. Yani ben HK'da yaşıyorum, tüm ürünler Çin'de üretiliyor ama burada 5'de 1 fiyatına. Özellikle central markette ust katta hint kıyafetlerinin satıldığı alanda kendimi kaybettim. Oradan çıkıp yeniden bir Hintli arkadaşıma Chinatown neresi diye sordum. Yolun hemen karşısında, yeşil bir bina vardı, onu görüyor musun dedi, evet dedim, onun arkasında dedi, sonra da geleyim mi seninle dedi. Yok abicim sağol, bulurum ben dedim. Ya sevgili Hintli kardeşler, 1 milyar insansınız, çok mu yalnızsınız, neden sürekli bir yabancıyla arkadaş olma çabası içindesiniz :))

Chinatown'da zaman nasıl geçti anlamadım. Yemek bile yememiliştim, ama pazarda meyveciler var. Kesiyorlar, soyuyorlar, bir torbaya koyuyorlar, alıp yiyorsun. Torbası 1.5 rinyit :) gün boyu bulduğum köşe başında meyve yiyip durdum. 

Yorulduğum bir anda, önüme ayak msajı yapan bir yer çıktı. 30 dakikası 30 rinyite bir de ayak masajı yaptırdım. Keyiften çatlıyordum artık. 

Chinatown'un hemen başında pasar seni durağından bedava otobüsler kalkıyor ve bu otobüsler şehir merkezinde neredeyse her yere gidiyor. Benzin o kadar ucuz ki bazi otobusleri parali yapmaya gerek gormemisler. 

Otobüsüme bindim ve pavillion'a gittim. Yol üzerinde giderken KL Tower'ı da gördüm, ancak tepeye çıkmamaya karar vermiş olduğum için inip gezmek istemedim. 

Pavillion durağında inince, merdivenlerden çıkıyorsunuz ve doğrudan alış veriş merkezinin yemek sokağının olduğu kata çıkıyorsunuz. (burası bir bağlantı yolu ve bir ucu KLCC'ye bağlanıyor, onu aşagida anlattım)

Yemek katına çıkınca acıktığımı anladım, gayet güzel western kafelerin olduğu bir sokaktı burası ama daha planlarım olduğu için uzun uzun bir yemek yemek istemedim. Aşağı food coorta indim, yemeklerden resmen başım döndü. Hangisi seçeyim diye dolanıp dururken, moğol mutfağından Teppenyaki'yi gördüm ve oraya karar verdim.

 Karisesli fried rice söyledim ve bitmesin diye resmen ağladım. Gomongo halt etmiş, harika ötesi bir yemek yedim. Ve koca tabağa 10 rinyit para ödedim.


Yemekten sonra Madrid'de yediğimiz Pratzel ve Crutosların hazırlanıp, satıldığı Auntie ile baslayan ismi olan bir büfenin önünden geçerken, 1 servis çikolatalı crutos istedim( 4 küsür rinyit), sıcak çikolata ve hamur yedikten sonra öyle bir mideme oturdu ki resmen yollarda düşüp bayılıcam sandım :) yok bu Malezyaya gelmemek lazım. Resmen kıtlıktan çıkmış gibiyim.

Pavilion avm'den çıkıp kendimi jalan bukit bintanga attım, hareketli bir alış veriş caddesi daha. Gezmesi keyifli, şöyle bir caddede yürümek yaklaşık yarım saat. İnsan kendini sağlı sollu konumlanmış avm'lere atmamak için zor tutuyor. Ama bana HK da avm gezmekten gina gelmis oldugu icin hic ilgimi cekmedi ve global markalar az biraz ucuz olmasina ragmen dunyanin hic bir yerinde o kadar da ucuz degil. 

Caddede fazla acıtasyon yapan dilenciler var, ben biraz rahatsız olup, klcc'ye yürümek için pavilion'a geri döndüm.
Hiç sokak görmeden, alışveriş merkezlerinin birbirine bağlandığı köprü yollardan -bunlara skybridge deniyor- yürüdüm ve suria avm'ye geldim. Burası petronas ikiz kulelerinin altındaki avm, petronas ikiz kuleleri gerçekten ihtişamlı, 41. Katında gözlem kulesi varmış, bina 86. Katlıymış ama güvenlik sebebiyle o kısımlar gezilemiyormuş. Yani insan gökdelenler cenneti HK'da yaşayınca o kadar da yüksek gelmedi gözüme. Yani biz de Imperial'deki değil Hermitage'daki evi tutsaydık, 70.katta oturacaktık :)

Ancak gökdelenlerin önündeki oturma alanı ve ışık gösterisi hoşuma gitti, biraz da yorgunluktan olsa gerek ne kadar oturmuşum hatırlamıyorum.

Suria Avm,  bildiğimiz bilmediğimiz bütün markaların toplandığı devasa bir avm, insan gezerken kendini kaybediyor.



Ben de HK'a gelince ya bu Asya'lı kadınların cildi neden bu kadar güzel diye bakakaldığım, araştırmalarım sonucunda Asyalı kadınların dünyanın pek çok ülkesindeki kadınların neredeyse 3 katı kozmetik ürünü aldığını öğrendiğim ve Asya'ya özgü en özel kozmetik firmasının SK II adında bir japon kozmetik devi olduğunu öğrendiğimden beri, bakıyordum bu SK II markasına. Hatta benim annem bir krem canavarıdır. HK'a gelince epey bir ilgilendi bu firmayla. Ama fiyatlar gerçekten çok yüksek. KL'da bu markayı HK'dan neredeyse %20 daha ucuza bulunca, birde erken yılbaşı promosyonlarıyla birlikte, eşantiyon ürünlerle beni kandırınca, hem annemi hem kendimi kremlendirdim burada :)

Akşam saat 10'da avm'yi kapatıp, otelin yolunu tuttum. Harika bir KL gününü bitirdim.



20 Ekim sabahına yine erken başladım, ama otelde uzun uzun bir kahvaltı yapıp çıkmam ancak 9 oldu, 10 ringit ile metro istasyonuna geldim ve buradan 5.80 ödeyerek Chow kit biletimi aldım. Bugün önce biraz Malay mahallelerini gezip, sonra little india'ya gideceğim ve günü dün aklımın kaldığı China Town civarında bitireceğim.


Otelimizden birkaç hat değiştirerek Chow Kit'e vardım. Dün mavi tren yani KTM'ye binmiştim, bugün pembe tren yani LRT'ye bindim ve çok daha hızlıydı. Zaten üzerinde de RapidKL yazıyor :)

Chow kit'in ne olduğunu inanın anlamadım. Sabah 10:30 olmasına rağmen yağlı kızartma kokularından, börek ve gözleme kokularından gezemedim bile. Zaten gezilecek neresi var onu da anlamadım. Notlarım arasında yazar Chow Kit pazara ve Bot markete, chow kit monorail istasyonuna bile gittim, ama her yer sefillik içindeydi, gezecek yer bile bulamadım. Malay kadınlarının taktığı, harika feraceler ve baş örtülerinin satıldığı dükkanlar vardı sıra sıra ama onlara bile binmek istemedim. 


Bindim GoKL bedava otobüsüme, ver elini Little India. Buraya ulaşmak için KL station'da inmek gerekiyor, burası pek çok metro hattının birleştiği bir nokta o yüzden oldukça büyük bir metro istasyonu ve avm. İçinden geçip. Skybridge( yani yol üstü köprüsü) ile Hint mahallesinin başladığı yere ulaşıyorsunuz. Ben kime sorsam Little India uzak taksiye bin dedi ama yüreyerek 10 dakika olmadan oradaydım. Little India'da bol bol hint müziğine doydum, ne olduğunu anlamadığımdan hiçbir şey alamadığım pek çok Hint marketi gezdim. Eda ve Zeynep'e hint kızlarının giydiği geleneksel elbiselerden aldım (yok öyle Elsa-Cinderella felan, yaşayan örneklere heveslensinler biraz) kollarına da sıra sıra bilezikler aldım :) bu yılbaşı böyle olsunlar :)



Hint mahallesinde kokudan burnumu daha fazla kırmadan tekrar sentral'a döndüm ve GoKL otobüsüne binip soluğu özgürlük meydanında aldım, çimlerde uzandım, dinlendim. Sanırım dün kendimi çok yormuşum, aslında henüz görmediğim  haritaya gore Chinatown`un sol tarafinda kalmis olan Sri Maha Mariamman Temple, Masjid Nwgara ve Ismamic Art museum vardı ama Central markete gidip dün aklıma koyduğum birkaç şeyi aldım, Çin mahallesinden çocuklara oyuncaklar aldım( sonunda Zeynep'in istediği dev boy barbie bebeği alabildim, üstüne bir de erkek barbie yani Ken istiyordu, ondan da aldım). Ve şimdi daha saat 4 olmadan otelime dönen metrodayım. Hızlı koşan at çabuk yorulur sözünü doğruluyorum resmen bugün.(bu arada bu notlari Malezyadan dondukten sonra guncellerken not etmeden duramayacagim, keske oyuncaklarin hicbirini almasaydim, cunku hepsi inanilmaz dandik cikti, ya kirildi, ya 2 caldi sustu, kalemler akti, uffff cok pismanim cokkk)

Otelde biraz dinlendikten sonra soluğu Sunway pyramide alış veriş merkezinde aldım.  İçeri girerken bugün sürekli atıştırdığımı ancak yemek yemediğimi fark ettim ve bubba gump'da bir mola verdim. Şöyle kalamarlı karidesli bir tabak söyleyeyim dedim kendime, ve bu koca kova geldi, kalamar ve karides aşığı ben bile resmen artık yemekten komaya girdim:) bu koca kocaya sadece 48 ringit ödedim, bakalım bu restoran HK'da da var oraya gidince ne kadar ödeyeceğiz ben söylerim size :)




Akşam İlker'in üniversiteden arkadaşı Kaan'la buluştuk. Kaan 2 senedir burada Nestle çikolata fabrika müdürü, zaten biz ennnn çokkkk Kitkat severiz :) Kaan bizi şehir merkezine değil, Bangsar Shopping Center'a götürdü, burada harika bir restoranda hem Malay hem Hint mutfağı denedik. Şişde takılı gelen eti, biz Suada'da bir sezon açılıp kapanan Quante adındaki Brezilya mutfağında yemiştik. Valla burada bu kadar hamur işiyle bu insanlar nasıl zayıf kalıyor bilmiyorum. Masamızdaki herşey çok lezzetliydi, önce Coffee Caramel'li sonra da Lycee'li mojitolarım da güzeldi, ama en güzeli dünyanın bir ucunda sevdiğimiz bir dostumuzla doya doya Türkçe hasret gidermekti :)


Aslinda cuma gunu bizim KL`da son gunumuzde ve oglen ucagiyla donecektik ancak HK'da T8, yani tayfun 8 sinyali sebebiyle hayat durdu, okullar iptal oldu, uçaklar durduruldu. Cathay havayolları uçağımızı iptal etti. cumartesi akşam 17:40 uçağı ile dönebildik.

Cuma günü bütün gün benim olunca, şehirde gezmediğim birkaç temple kalmıştı, onları da gezdim ama gerçekten gidin görün diyemeyeceğim, çünkü hiçbir özelliği yoktu. Bence KL'da fazladan bir gününüz varsa, onu kendinize ayırın, thai'li masaj ustalarına kendinizi bırakın, sizi yoğursunlar, yumuşacak yapsınlar :) (1 saat vucüt masajına 70rinyit, 1 saat ayak masajına 50 rinyit ödedim, ama bu fiyatlar otelimizin olduğu Subang'da böyle, belki şehir merkezi daha pahalıdır)



KL'da mahsur kalmanın en güzel yanı, Kuantan'da yaşayan ama haftaarası olması sebebiyle 2 saatlik yolu gelemeyen Gokcen ve Onur`un hicccc usenmeyin bir oglen yemek yemek icin bizi gormeye
KL'a gelmesi oldu. Bizi otelden aldılar ve birlikte güzel bir yemek yedik ve bizi havaalanı bıraktılar :) 

Hayatta en büyük zenginliğimiz, sevdiğimiz, keyif aldığımız, dünyanın bir ucunda bir telefonla yanımıza gelen dostlar biriktirmiş olmak :)

4 Aralık 2015 Cuma

Balkabağı tatlısı

Tarif refikadan... Parmaklarımı yedimmmm... Çocuklara kalmadan bitireceğim sanırımmmm

500gr balkabağına, 1-1,5 bardak şeker koy, 1 kabuk tarçın ekle, düdüklüde önce 5 dakika kısık ateşte pişir, sonra altını aç düdük çıkınca 10 dakika daha pişir.
Altını kapat, soğusun. Çubuk tarçını çıkar, geri kalanı blendarda çek.

Altına burçak bisküvi, sonra balkabağı koy. Üstüne çırpılmış krema ekle, tarçın ve cevizle süsle...

Biri beni durdursunnnn... Yemekten kendimi alıkoyamıyorummmm


30 Ağustos 2015 Pazar

Belgrad gezelim

Belgrad’da metro ulaşımı yok. Ancak yer üstünde hareket eden trenler ve otobüsler mevcut.  Otobüs ve trenlerde aynı kart kullanılabiliyormuş, ve büfelerden alınıp içine kontör yüklenebiliyormuş, hatta o şekilde daha da ucuz oluyormuş, ama ben her seferinde şoförden bilet almak suretiyle otobüs kullandım, tek biniş 150RSD ve inanır mısınız, bindiğim çoğu otobüste, şoföre para uzattığımda, gerek yok, geç gibi bir işaret yapıp beni içeri yönlendirdi. Sırp dünyasında otobüse biletsiz binmek gelenek gibi bir şeymiş, ama yine de arada kontroller olabiliyor ve özellikle turistleri cezasız bırakmıyorlarmış. Ben o kadar otobüse bindim, en fazla 1-2 kere bilet aldım, diğerlerinde şoför istemez, geç dedi bana, bende ne olur ne olmaz diye şoföre en yakın noktada bekledim ayakta (hani olurda kontrol olursa, onun yüzünden bilet alamadım demek için), ama havalimanına giderken bilet aldım ve iyiki de almışım çünkü kontrol oldu, bir duraktan aynı anda 3 kapıdan 3 görevli bindi, kontrol dedi, başladılar biletleri kontrol etmeye.  Bir kadının bileti yoktu, kadın epey kavga etti görevli ile ve görevli kadını otobüsten indirdi, kadında da iner inmez, hızlı hareketlerle uzaklaştı, otobüs hareket ederken adam hala peşinde el kol işaretleri ile koşturuyordu.  Ne yaptı acaba teyze ,verdi mi cezayı çok merak ediyorum.

Belgrad’da otobüs kullanmak biraz zor, çünkü pek çok durakta, otobüsün gideceğine yöne dair bir plan yok, dolayısıyla binerken şoföre sormak gerekiyor, ama tabi pek çoğu İngilizce bilmiyor, anlaşmak gerçekten biraz zor oluyor.

Belgrad’da harita kullanmak biraz zor, çünkü halen kiril alfabesi kullanıyorlar. Elinizdeki harita latin alfabeli ancak sokak isimlerinin pek çoğu (eğer turistik bir yer değil ise), sadece kiril alfabesi ile yazıyor, dolayısıyla harita üzerinde biraz tepinmek zorunda kalıyorsunuz. Ben haritasını okuyamadığım şehirlerde çok rahatsız hissederim kendimi, Belgrad ne yazık ki benim için biraz öyle oldu.

Belgrad gezmeye bence Kalemegdan’dan başlanmalı, yani ben biraz karışık gezdim Belgrad’ı ama daha düzenli olması için size Kalemegdan’dan başlayan bir gezi güzargahı vereceğim. Bence Kalemegdan’I esas alıp aşağı doğru inmek daha doğru bir gezi planı. Aşağıda yer alan planı ben bölmeyeceğim, ancak 2 gün bu plan için oldukça yeterli olacaktır. Ben Belgrad’ı geniş geniş 3 günde gezdim.

Belgrad alış veriş zengini bir ülke değil, öyle Amerika’daki gibi outletler felan yok, Usce alış veriş merkezi kaldığımız Hyatt  Regency’e çok yakın olduğu için 1-2 defa uğradım, ancak fiyatlar Türkiye’den daha yüksekti. Sadece %70’lik sketchers kampanyasından kuzucuklara 2’şer ayakkabı aldım o kadar. Sketchers’ın yanan ışıklı ayakkabılarına bayılıyoruz biz...
Önce biraz Belgrad’da Osmanlı tarihini anlatayım size;

Belgrad’ın fethi, 29 Ağustos 1521 günü Belgrad’ın Kanuni Sultan Süleyman komutasındaki Osmanlı Ordusu tarafından fethedilmesi olayıdır. Belgrad Kanuni Sultan Süleyman’ın aynı zamanda ilk fethidir. Fethin ardından daha önce kaleyi iki kez kuşatıp alamamış olan Osmanlılar hem dedelerinin başaramadığını başarmış hem de Orta Avrupa kapılarını sonuna dek açmış oluyorlardı. Belgrad daha önce de II. Murat ve Fatih Sultan Mehmed döneminde kuşatılmış ancak alınamamıştı. 

Osmanlı döneminde Belgrad gibi birçok Sırp şehirleri geliştiler ve büyüdüler. Müslümanlığa geçen Sırpların ve Osmanlı Devleti'nin diğer bölgesinden göç eden Müslümanların bu şehirlere yerleşmeleri sonucu bir Osmanlı karakteri kazandı. Hıristiyan Sırplar daha ziyade köylerde tarımla uğraşmayı tercih ettiler. Belgrad gelişip büyümesine karşılık 17. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı-Avusturya çekişmelerine sahne oldu. Osmanlıların II. Viyana Kuşatması'ndaki yenilgisini fırsat bilen Avusturyalılar Belgrad’a kadar ilerlediler ve Osmanlıların toparlanmasına fırsat vermeden şehri kuşattılar. Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları gerçekleşen bu kuşatma sırasında Belgrad Kalesi 8 Eylül 1688’de Avusturya’nın eline geçti. Osmanlıların yoğun baskısıyla şehir 2 yıl sonra geri alındıysa da tahribatın boyutları çok büyüktü. Osmanlılar kısa sürede şehri imar ettiyse de 1717-1739 ve 1789-1791 yılları arasındaki Avusturya saldırıları ile yeniden tahrip edildi. 18. yüzyıl boyunca Belgrad dönem dönem Avusturya'ya (Pasarofça Antlaşması), dönem dönem de Osmanlı egemenliğine girdi (Ziştovi Antlaşması).

19. yüzyıl başlarında Avusturya ve Rusya, Sırbistan'da halkı Osmanlı egemenliğine karşı kışkırtma siyaseti uygulamaya başladılar. Ayrıca buradaki yeniçerilerMüslüman ve Hıristiyan halka karşı çok kötü davranarak halkı iyice bezdiriyorlardı. Bu ortamda Sırplar sıradan bir çoban olan Kara Yorgi'nin önderliğinde ayaklandılar. Ruslardan da aldığı destekle Kara Yorgi 13 Aralık 1806’da Belgrad’a girdi. 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Belgrad Kara Yorgi'nin önderliğindeki isyancıların elinde kaldı. Savaşın bitmesinden sonra Osmanlılar Sırbistan'daki isyancıları yenerek Belgrad'ı tekrar ellerine geçirdiler. Kara Yorgi 21 Eylül 1813'te diğer isyancılarla birlikte canını kurtarmak için Avusturya'ya kaçtı.
Bağımsızlıklarını kazanmak isteyen Sırplar Viyana Kongresi'ne bir heyet gönderdiler. Ancak bir sonuç alamayınca tekrar isyan ettiler ve hareketleri Ruslar tarafından desteklendi. Rusya ile yeni bir savaş istemeyen ve bölgeye yönelik muhtemel bir Rus müdahalesine engel olmak isteyen Osmanlı Devleti, Sırpların yeni önderi Miloş Obrenoviç'i Baş Knez olarak tanıdı ve Sırplar'a bazı imtiyazlar verilmesini kabul etti. Kara Yorgi de Sırbistan'a geri döndü ama kısa bir süre sonra Miloş Obrenoviç'in emriyle 1817 yılında öldürüldü. Sırpların kurduğu Sırp Prensliği önce Osmanlı Devleti'nin denetimi altında yaşadı. 1867 yılına kadar Osmanlılar Belgrad'da bir birlik bulundurmaya devam ettiler. 1878 yılındaki Berlin Antlaşması'yla Sırbistan tamamen bağımsız oldu ve 1882 yılında Sırbistan Krallığı ilan edildi.

Yakın tarih;

II. Dünya Savaşı boyunca Yugoslavya topraklarında acımasız bir soykırım yaşandı. Yahudi ve Çingeneler'in büyük bir bölümü ortadan kaldırıldı. Hırvatistan'da çok sayıda Sırp öldürüldü. Faşizme karşı halk arasında başlayan direniş hareketleri iki grupta toplanıyordu: Birisi işgalden önce Yugoslavya Ordusunda görevli olan Albay Draža Mihailović 'in önderliğinde kurulan ve Çetnikler olarak bilinen çetelerdi. Diğeri ise Josip Broz Titoyönetimindeki Yugoslavya Komünist Partisi'nin Temmuz 1941'de başlattığı silahlı ayaklanma hareketiydi. Kendilerine Partizan adı veren bu kuvvetlerSovyet birliklerinin ortak harekatıyla Ekim 1944'te Belgrad'ı ele geçirdi. 1990'ların başında Doğu Bloku'nda başlayan çözülme Yugoslavya'yı da etkiledi. 1992 yılında SlovenyaHırvatistanMakedonya Cumhuriyeti ve Bosna-Hersek Yugoslavya'dan ayrılarak bağımsızlıklarını ilan ettiler. 2001 yılında Yugoslavya adı kaldırıldı ve son olarak 4 Şubat 2003'de ülkenin resmi ismi Sırbistan-Karadağ olarak değiştirildi. Karadağ21 Mayıs 2006 tarihinde yapılanreferandumla bağımsızlık kararı aldı. 3 Haziran 2006'da parlamento Karadağ'ın bağımsızlığını ilan etti. Böylece Yugoslavya'nın son kalıntıları da ortadan kalktı. Sırbistan tekrar kendi başına bir ülke durumuna geri döndü. 17 Şubat 2008 tarihinde de Arnavutların çoğunlukta olduğu Kosova bölgesi bağımsızlığını ilan ederek Sırbistan'dan ayrıldı.

Başlayalım Kalemegdan gezimize;

Kalemegdan,  genişçe bir park ile başlıyor, zaten girişinde seyyar dükkanlarda pek çok hediyelik eşyacı mevcut. Önce sola doğru seyir terasına değil, sağ tarafa doğru İstanbul kapısına yürümek daha güzel bence. (herkes sola seyir terasına yürüyor, ama bence önce İstanbul kapısı yönünden başlayın siz, ben baktım Tur rehberleri bu kapıdan başlıyor)

Kalemegdan tarihi, antik döneme kadar gidiyor. Kale ve Meydan adlarından oluşuyor. Kale, 1521 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına katılmıştır. Belgrad’ın Osmanlı sultanı Muhteşem Süleyman ve 250.000 askeri tarafından alınması 28 Ağustos 1521'den önce olmadı, şehir bu vesileyle yerle bir oldu ve neredeyse bütün Hristiyan nüfus (SırplarMacarlarYunanlarErmeniler vb.) İstanbul'a bugün Belgrad ormanları olarak bilinen bölgeye[1] gönderildi.[2] Belgrad bu dönemde Osmanlı Avrupa’sında İstanbulile birlikte 100.000 nüfusu aşan 2 şehirden biriydi ve bir sancak hâline getirildi.

Karadjordje (Kara George) Kapısı

Ana Kalemeydan Parkı ile Yukarı Kasaba’yı (İstanbul kapısının iç bölgesi) bağlayan kapıya Türklere karşı ilk ayaklanmayı organize eden lider Karadjordje adı verilmiş. 1807 yılındaki Belgrad Kalesi kuşatması sırasında bu kapıdan geçerek isminin verilmesine sebep olmuş.
Karadjordje Türkler için sürekli bir sıkıntı olmuş. Öyle ki bu kapıdan geçmesi gibi hatıraları silmek amacıyla Ana Kalemeydan’a uzanan köprüyü yıkmışlar ve kendisini de mahkum etmişler. II. Dünya savaşının ardından kapı restore edilmiş ve tekrar kullanıma açılmış.

Istanbul Kapısı
1750’lerde inşa edilen İstanbul (Stombol) kapısı eskiden İstanbul’a giden yolun başlangıcı olduğu için bu isim verilmiş. Sırbistan’da Osmanlı hâkimiyetinin bittiğini simgelemesi için şehrin anahtarları Prens Mihailo’ya burada verilmiş.

Saat Kulesi ve Askeri Müze
Sahat kapısı ve Saat Kulesi’nin yapımına Avusturya’lılar tarafından başlanmış olsa da bitişi 18. yy’da Türkler’in dönemine denk gelir. Her iki yapının inşaası Venedikli Andreo Cornaro tarafından yapılmış. Kapının üstündeki saat kulesi yapıldığı zamandan günümüze kadar otantik görünümünü korumuş nadir yapılardan. Sahat Kapısı ve kuleyi geçtikten sonra yakında bulunan Askeri Müze’nin sergisi olan tanklar, silahlar ve diğer askeri malzemeleri görebilirsiniz.

Damat Ali Paşa Turbesi
Kapıdan geçtikten sonra genişçe bir park görüyorsunuz. Damat Ali Paşa Türbesi parkta dikkatiniz çekiyor.  1717 yılında Petrovaradin’de Avusturyalılara karşı savaşırken şehit olan “Mora Fatihi” Damat Ali Paşa için yapılmış.
Türbe ziyarete kapalı, pencerelerden içerisi de görünmüyor.

ROMA DUVARI
Kalemeydan Parkı çevresinde bulunan Roma Duvarı, Belgrad’a Singidunum denilen ve Romalılar tarafından yönetildiği dönemde inşa edilmiş. Sayısız kereler tüm kale yıkılmış, tekrar kurulmuş ve genişletilmiş.
Otantik bir yapıya sahip olan duvarda kullanılan taşlar bir çok kez karıştığı için ne zaman hangi seviyelerde olduğunu anlamak oldukça zor. Özellikle çok eski zamanlar hakkında duvarla ilgili kayıtlara ulaşmak oldukça zor.

Seyir Terası ve Victor Heykeli
Victor anıtı 1928 yılında Selanik cephesinin yarıp geçilmesinin 10. yıldönümü amacıyla dikilmiş. Cephenin yarılmasının ardından bir kaç gün içinde Bulgaristan ve Avusturya-Macaristan teslim olmuş.
Alman İmparatoru Wilhelm II 62,000 Sırp askerin savaşı tercih etmesini utanç olarak adlandırmış. I. Dünya savaşı ve Avusturya-Macaristan işgali süresince, erkek nüfusunun % 60’ı kadarı, 1,300,000 Sırp öldürülmüş.
Victor Anıtı Yugoslavya Krallığı’nın en büyük heykeltraşı olarak kabul gören Ivan Meštrović tarafından yapılmış. 14 metre yüksekliğinde bulunan, kaidesi taştan yapılan heykel elinde güvercin olan bir adamı temsil etmekte. Aslında belediye anıtı zamanında şehir merkezi olan Terazije Meydanı’na koymak istemiş. Anıtta bulunan erkek figürünün çok fazla çıplaklık içermesi Belgradlılar’ın bu isteğe karşı gelmesine sebep olmuş. Bu istek karşısında heykel şehrin gözlerden uzak bir noktası olan Kalemeydan Parkı’na konulmuş. Zamanında şehir merkezinde istenmeyen Victor Anıtı artık Belgrad şehrinin sembollerinden birisi haline gelmiş.
Belgrad’ın en güzel manzaralarından biri hiç süphesiz seyir terasında. Sava ve Tuna’nın kesiştiği nokta bir harika.

Japon Çeşmesi
Dört yüksek ve simetrik ağacın arasında bulunan garip bir çeşme. Biri diğerinden büyük iki metal silindirden oluşan çeşmenin büyüğünden küçüğüne su akıyor.2010 yılında Japon‐Sırp dostluğunu geliştirmek amacıyla yapılmış. Hoş bir görüntü oluşturuyor.

Balıkçı Çeşmesi
Sırp heykeltraş Simeun Roksandić tarafından yapılan çeşme 1907 yılında Londra Balkan Sergisinde yer almış. Roksandić’e heykeli taşıyan geminin Belgrad’a dönerken battığı söylenmiş. Bunun üzerine heykeltraş heykelin bir kopyasını daha yapmış. Böylece iki adet yapılan heykelin ikinci kopyası Kalemeydan Parkı içinde orjinali ise Zagreb’te bulunmaktadır.
Kalemeydan’da balıkçı çeşmesi önündeki parkta dinlendikten sonra, ver elini Knez Mihailova caddesi.

Knez Mihailova Caddesi
1870 yılında şehir yöneticileri tarafından Ulica Kneza Mihaila adı verilen caddenin tarihi Roma dönemine kadar uzanmaktadır.1870’lerin sonlarında inşaa edilmiş bir çok tarihi binayı, alışveriş merkezlerini, restoran ve kafeleri barındıran, araç trafiğine kapalı, Belgrad’ın en eski ve değerli heykelleri ile yasalarla koruma altında bulunan Knez Mihailova Caddesi Belgrad’ın en canlı merkezi konumundadır. Caddenin bulunduğu alan Osmanlı döneminde bahçelerle bezenmiş sokaklar, çeşmeler, camiler ve dükkanlar ile oldukça önemli bir merkez konumundaydı.
19. yüzyıl ortalarında Knez Aleksandar Karadordeviç’in bahçesi caddenin yukarı kısmında yer almaktaydı. 1867 yılında Emilijan Josimoviç tarafından Belgrad şehir planlaması kapsamında cadde yeniden düzenlendi ve bugünkü haline kavuştu. Belgrad’ın en ünlü zengin iş adamları, politik çevresi caddede inşaa edilen evleri satın alarak burada yaşamaya başladı.
Bu cadde boyunca dümdüz yürüdüğünüzde sol tarafınızda Trg Rebuplike’ye varıyorsunuz, yani özgürlük/cumhuriyet meydanına.

TRG REPUBLİKE (CUMHURİYET MEYDANI)
Trg Republike, “Gradska Kafana” (Şehir restoranı), “Jadran” sineması, Devlet Tiyatrosu ve Sırbistan Orduevi arasındaki alanı kaplayan meydan Belgrad gezilecek yerler arasında en popüler olanıdır.
Meydan günümüzdeki görünümüne 1866’da Stambol (İstanbul) Kapısı’nın yıkımı ve 1869 yılında Devlet Tiyatrosu’nun inşaasından sonra kavuşmuştur. Stambol Kapısı 18. yüzyılda bugünkü Prens Mihailo anıtı ile Devlet Tiyatrosu arasındaki alanda Avusturyalı’lar tarafından inşa edilmiştir. Belgrad’ın hendeklerle çevrelendiği dönemlerde en büyük ve ihtişamlı şehir kapısıydı. Kapının üstünde bulunduğu İstanbul’a kadar uzanan yolun yapımından sonra Stambol Kapısı olarak ismini kazanmıştır.
Günümüzde meydanın çevresinde bulunan çeşitli kafeteryalar, belediye otobüslerinin ilk durakları, müze, tiyatro gibi binaların varlığı ve Knez Mihailova caddesinin yakınında bulunması sebebiyle çoğunlukla buluşma noktası olarak kullanılmaktadır.

Terazije Caddesi
Terazije 19. yüzyılın ilk yarısında kentsel bir kimlik almaya başlamıştır. 1840'larda Prens I. Miloš Obrenović, Sırp zanaatkarlara, özellikle demirci ve bakırcılara Türklerle çevrili eski şehirden ayrılmalarını ve bugünkü meydanın olduğu bölgede evler ve dükkanlar inşa etmesini emretti. Bu taşınma ayrıca yangınlarla mücadele eden şehre kolaylık sağlamayı amaçlamış. Terazije, kelime anlamı itibariyle tam da tahmin ettiğiniz gibi “terazi” anlamına geliyor. Osmanlı zamanında bu bölgede şehre su sağlamak için inşa edilen su terazileri bulunuyormuş. Yüksek kulelere gönderilen su bu kuleler sayesinde artan basınçla daha uzak yerlere gönderilebiliyormuş. 20. yüzyılın başlarına kadar şehrin sosyal ve kültürel merkezi olan Terazije, lüks kafe ve restoranlar yanında ilk sinemanın da yapıldığı yermiş. Bu cadde üzerindeki Hotel Moskov, hem görülmeye hem de cafesi soluklanmaya değer bir yer. Sahipleri  Bosko Tadic tarafından boş arazisi 1890’ların sonunda Belgrad belediyesinden oldukça ucuza alınmış. 1900’lerin başında eşiyle birlikte yaşadıkları evi bu arsaya inşa etmişler. Otel olması oldukça uzun bir hikaye çünkü Tadic öldükten sonra eşi mirastan men edilmiş ve bina elden ele geçmiş, sonunda 1908 yılında Rossiya sarayı olarak açılmış. Birinci dünya savaşında otel konumu sebebiyle oldukça önemli bir rol oynamış

Eski ve Yeni Saray
1882‐84 yıllarına inşa edilen Eski Saray (Stari Dvor) ünlü Obrenovi hanedanlığının resmi konutuymuş. Bir dönem geçici parlamentoya da ev sahipliği yapan saray ikinci dünya savaşında, özellikle de 6 Nisan 1941 tarihli bombardımanda, önemli oranda hasar görmüş. Ana caddeye bakan bölüm sütunlar ve heykellerle süslenmiş. Ayrıca oldukça dikkat çekici bir de kulesi var. Bina bugün için Belediye Meclisine ev sahipliği yapıyormuş.
Aradaki minik parktan hemen sonra bu seferde Beyaz Saray (Beli dvor) bizi bekliyor. Eski Saraydan daha sonra (1934‐1937) inşa edildiği için Yeni Saray olarak da adlandırılan yapı diğeri kadar gösterişli değil ama özellikle parka bakan taraftaki sütunlar oldukça dikkat çekici. Diğerindeki gibi burada da sivri bir kule var. Başta Karaorevii hanedanlığı, Tito ve Milosevic’e ev sahipliği yapan saray bugün cumhurbaşkanının ofisi olarak kullanılıyormuş.

Tasmajdan (taş meydan) Parkı ve St. Mark Klisesi
 Sırbistan’ın en büyük kiliselerinden birisi St Mark Klisesi parkın hemen başında. Kızıl kiremit renkte bir bina. . 1835 yılında inşa edilen St. Mark Kilisesi 6 Nisan 1941 yılındaki Belgrad bombardımanı sırasında hasar görmüştür. 1909 yılında kurulan ilk Sismoloji İstasyonu günümüzde varlığını halen korumaktadır. 1835 yılında inşa edilmiş olan daha küçük kilisenin yerine 1930’larda inşa edilen kilise, kırmızı tuğlalar kullanılarak yapılmış.
Taşmeydan, Belgrad’ın ortasında, şehrin en büyük parklarından birisi. Tarihçesi daha eskilere kadar gitse de Osmanlılar zamanında burada taş ocakları bulunduğu için bu adı almış. Belgrad’daki pek çok tarihi yapının ilk yapı taşlarının bu bölgedeki ocaklardan sağlandığı söyleniyor. Parkın tarihsel anlamda da önemi var. 1806 sonbaharındaki Sırpların Osmanlılara ilk isyanının lideri Karayorgi karargâhını buraya kurmuş. 1828 yılında mezarlığa çevrilen alan 20. yüzyılın başlarına kadar kullanıldıktan sonra terkedilmiş. 1958’den itibaren şehir parkı olarak faaliyet gösteren park 2000’lerde yeniden düzenlenmiş. Çocuklar için oyun parkları çocukların yaşlarına göre ayrılmış, bence gerçekten cok güzel bir düşünce bu.

Nikola Tesla Müzesi
Alternatif akımı bularak tüm yaşamı kökten değiştiren, Sırp kahramanı olarak kabul edilen Nikola Tesla adına kurulmuş olan müze Belgrad’ın en ilginç müzesi olarak kabul edilmektedir. Tesla’nın birbirinden harika ve ilginç icatlarını barındıran müze turu esnasında rehberin yüksek-frekans osilatörünü açması ile elinde tuttuğu ve hiç bir bağlantıya sahip olmayan floresan tübünün bir anda ışıldaması en garip gösteri olarak oldukça beğeni toplamaktadır. Elinizde bulunan ışıl ışıl floresan tüp adeta Star Wars ışın kılıcı gibi görünmekte. Sırplar Nikola Tesla ile gurur duyuyor, ancak kendisi tüm yaşamı boyunca Sırbıstan’a 1 kez gelmiş.
Sırp kökenli Amerikalı mucitfizikçi ve elektrofizik uzmanı. Aslında dünyadaki bilim ve teknoloji yapısını tam anlamıyla 'kökünden' değiştirebilecek birçok 'kullanılan ve kullanılmayan' deneye/buluşa da imza atmıştır. Özellikle 'elektriğin kablosuz taşınabilmesi' gibi bir buluşu ve bunu kanıtlaması onun ne kadar benzersiz bir mucit olduğunu açıklar. Thomas Edison ile arasında amansız bir bilimsel mücadele geçmiştir. Elektrik üzerine yaptığı sayısız deneyler ve buluşlar vardır. 7 Ocak 1943 itibarıyla, yirmi altı ülkede kendisine ait üç yüze yakın patenti bulunmaktaydı. New York'da ve çoğu eyalette 10 Temmuz, Tesla Günü olarak kutlanır. Manhattan'da 40.Sokak ve 6.Cadde köşesine ismi verilmiştir. Time dergisi 1931 yılında, Tesla'nın doğumunun 75. yıldönümünde kapak resmi olarak onu seçmiştir.

Yugoslavya Savunma Bakanlığı Binası
1963 yılında birbirine simetri iki aynı binadan oluşan yapı adeta cadde tarafından ikiye ayrılıyor. Proje oluşturulurken cadde nehir olarak düşünülmüş ve kanyon havası yaratılmış. Önce karşı taraftaki bina dikkatimizi çekti, hemen sonra da tam karşısındaki diğeri. Gelişmiş devletlerin hoşgörüsü ile bölge kana bulandıktan sonra nihayet 1999'da aralıklarla yaklaşık bir buçuk ay süren NATO bombardımanında Belgrad'daki Savunma Bakanlığı binası kullanılmaz hale gelmiş. Aradan bu kadar yıl geçmiş olmasına rağmen Sırplar burayı restore etmemişler. Sırf ibret olsun diye böyle tuttuklarını okumuştum. Zira onlar NATO'nun kendilerine haksızlık yaptığını savunuyorlar.

Aziz Sava Katedrali
Belgrad’ın en göz alıcı ve büyük sembollerinden birisi olarak kabul edilen Aziz Sava Katedrali (Hram Svetog Save) Aziz Sava, Sırp Ortodoks Kilisesinin kurucusuymuş. Hanedan mensubu olmasına rağmen manevi duyguları ağır basmış ve kendini dine vermiş. Herkesin saygı duyduğu bu azizin anısına yapılan katedralin hikayesi bizim açımızdan da önemli. Sadrazam Sinan Paşa 1595’deki ayaklanma sırasında isyancılara sıkı bir ders vermek istemiş ve Aziz Sava’nın kemiklerinin saklandığı sandığı Mileševa Manastırından getirtmiş ve bugün katedralin bulunduğu Vraar tepesinde yaktırmış. Yüzyıllar geçmiş olsa bile bu olay unutulmamış (ya da unutturulmamış) ve 1895 yılında bir dernek kurulmuş. Bu derneğin girişimleri ile önce olayın geçtiği yerde küçük bir kilise yapılmış ama yetersiz gelmiş olacak ki 1935 yılında Ortodoks aleminin en büyük kiliselerinden birisinin yapımına başlanmış. 2. Dünya Savaşı ve komünist rejim inşaatı kesintiye uğratmış ve 1985 yılında yeniden başlamış. Bugün için dışarıdan baktığınızda tamamlanmış gibi gözükse de aslında çalışmalar halen sürüyor. Bu arada bir yandan da ibadet devam ediyor. Tamamlandığında 10.000 kişi kapasiteli devasa bir kompleks olacakmış. Katedrale uzaktan baktığınızda Ayasofya’yı andırıyor. İnşaat devam ettiği için pek çok noktasında iskeleler kurulmuş. Katedralin dış tarafında oldukça güzel düzenlenmiş geniş bir park var. Bir bölümünde havuzların bulunduğu yolun devamındaki minik bir tepelikte Karayorgi’nin heykeli bulunuyor. Bir diğer köşede de Milli Kütüphane var.

Zemun bölgesi ve Gardus kulesi
Eğer Belgrad’da vaktiniz coksa, biraz gidip Tuna tarafını göreyim derseniz, Zemun bölgesi görülmeye değer. Özellkle Gardus kulesinden manzara bir harika. Merkezden kalkan 83 no.lu otobüs ile Zemun’a gidilebiliyor ve Glavna’da otobüsten iniliyor. Tepeye doğru yürüdüğünüz sokaklar bana Büyükada sokaklarını anımsattı. Zemun, 1930’lara kadar ayrı bir ilçeyken şimdilerde Belgrad’ı oluşturan 17 belediyeden birisi. Artık şehir büyüdüğü için Belgrad’la birleşmiş resmen.  Gardos Tepesi aslında Zemun’un en eski yerleşim noktalarından birisi. Nehre ve şehre hakim noktada bulunduğu için 9. yüzyılda bir kale inşa edilmiş ancak bugünkü surlar ise 15. yüzyıldaki tahkimattan kalanlarmış. Kale kalıntılarının tam ortasında Gardos Kulesi ya da diğer adıyla Hunyadi Yanoş Kulesi yer alıyor. Macaristan devletinin bininci yılı anısına 1896 yılında yapılan kule uzun yıllar yangın kulesi olarak da kullanılmış. Gardos tepesinden nefis bir Zemun ve Tuna manzarası var.